- “Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem.”
Osmanlı sultanlarında “PEYGAMBER SEVGİSİ”
- “Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem.”
Osmanlı sultanlarında “PEYGAMBER SEVGİSİ”
Osmanoğulları, Onyedinci yüzyıl tarihlerinde “Sahaifü’l-Ahbar” da “Doğu’nun ve Batı’nın, karaların ve denizlerin efendisi, Mekke ve Medine’nin hamisi” olarak anılmaktalar. Ama onlar büyük bir edeple hamilik (koruyucusu) sıfatı yerine bu beldelerin hadimi (hizmetçisi) olduklarını belirtmişlerdi. Öyle ki Hz. Peygamber (A.S.)’ın şehrini bir valinin adı altına sokmamışlar, oraya gönderdikleri idareciye vali yerine “Medine Muhafızı” ünvanı vermişlerdi. Bir Cihan Devleti kurmalarına rağmen, Mekke ve Medine’ye Osmanlı sancağı asmayı da edebe aykırı bulmuşlardı.Mekke’nin ve Medine’nin hamisi olarak görülen Osmanoğulları, bu mübarek beldelere neler yapmış ve bu sıfatı haketmek için nasıl bir gayret içinde olmuşlardı? Onlardaki hangi özellikler böyle şerefli bir mertebeye yükselmelerine sebep olmuştu?
Kendisine Hakimu’l Haremeyn diye hitap eden hatibe itiraz ederek; “hayır biz ancak Hadimu’l Haremeyniz” diyen Yavuz Sultan Selim’in efendimize olan sevgisi ve tih çölünü o sevgiyle geçmesi;
“Çöl gündüz cehennem gibi sıcak, gece ise insanin kemiklerini donduracak kadar soğuktur. Askerler ve binek hayvanları perişan durumdadır. Yavuz, atıyla ordunun en önünde gitmektedir. Bir müddet sonra Yavuz, atından inerek yürümeye baslar. Askerler hayretler içinde kalır.
Sultan yürürken onlar at sırtında gidemeyeceği için tüm askerler atlarından inip yürümeye baslar. Atların bile kanının kaynadığı, zor yüründüğü bu çölde, Sultan niye atından inipte yürüyor diye fısıltılar baslar. Askeri Paşalar, Yavuz’un can dostu olan, veziri ve yardımcısı Hasan Can’a;
- Ne olur Hünkâr’a sorun, acep bu ne istir? Askerler telef olacak derler.
Hasan Can çekine çekine Padisah Yavuz Sultan Selim Han’a neden attan indiğini sorar, Yavuz gür sesiyle şu cevabı verir;
- Hasan, Hasan görmüyor musun? Önümüzde Peygamber Efendimiz yürüyor, o yaya yürürken ben nasıl ata binerim?… “
Peygamberimizin aşkıyla yanıp tutuşan Osmanlı Hünkârlarının başında, belki de Fâtih Sultan Mehmed yer alır Öyle olmasaydı, herhalde asırlar öncesinden Peygamberimizin Övgü ve müjdesine nail olamazdı O’na karşı tarifsiz muhabbetini, en güzel biçimde İstanbul’un Fethi’nde ortaya koymuştur Rumeli Hisarı’nı, O’nun güzel ismi “Muhammed”in Arapça yazılışına göre inşâ ettirmiştir Fâtih’in, Peygamberimizin senasına namzed olduğunu, fethin gerçekleşmesi için dile getirdiği, şu sözler ispatlamaya kâfidir: “Avnı ilâhî ve imdadı peygamberi ile beldeyi düşman elinden alacağız!” Fâtih şu dörtlükte, aynı hissiyatını daha bediî ifadelerle teşhir etmektedir:
İmtisal-i cahidu fillah olubdur niyyetim.Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretim.Ey Muhammed mu’cizat-ı Ahmed-i muhtar ile,Umarım galib ola a’dâ-yı dine devletim.
İmtisal-i cahidu fillah olubdur niyyetim.Din-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretim.Ey Muhammed mu’cizat-ı Ahmed-i muhtar ile,Umarım galib ola a’dâ-yı dine devletim.
Osmanlı padişahları içinde Efendimiz’i (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında görüp O’ndan aldığı emir ve işaretle fetihler yapanlar da olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman’ın gördüğü rüya buna misâl olarak nakledilmiştir.
Rüyasında Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin sonra da benim şehrimi imar edesin!” diye emir buyurur. Bu emir üzerine, Kanunî hemen Harameyn’i imar ve iskân projelerine başlar.
Hattâ vasiyetinde şahsî servetinden hacılar için su getirecek bir vakıf kurulmasını ister. Kızı Mihrimah Sultan da babasının bu vasiyetini yerine getirir ve Arafat’taki Ayn-ı Zübeyde Suyu’nu Mekke’ye ulaştırır. Cihanın önünde el pençe divan durduğu bu büyük kumandan, Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda O’na şöyle yalvarır:
“Nûr-ı Âlemsin bugün hem dahi Mahbub-u Hüda
Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüda
Gitmesin nâm-ı şerefin bu dilimden dem-be-dem
Dertli gönlüme devadır can bulur ondan safa.”
Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüda
Gitmesin nâm-ı şerefin bu dilimden dem-be-dem
Dertli gönlüme devadır can bulur ondan safa.”
(Hem Allah’ın (celle celâlühü) habibi hem de âlemlerin nurusun. Sen’i sevenleri bir an olsun kapından uzak tutma. Gitmesin dilimden şerefli ismin, nişanın. Benim dertli gönlüm bu zikirden şifa bulur canım da sevinç duyar.)
Kanunî’den sonra devlet duraklama devrine de girse, onların gönüllerinde bu aşkın yerinde sayması mümkün olmaz. Sultan İkinci Ahmed devletin içte ve dışta değişik gailelerle boğuştuğu bir dönemde tahta çıkar. Gençtir, ancak, mâneviyat yüklü ve dertli bir padişahtır. Öylesine dertlidir ki, derdine dermanı yaşadığı devirde bulamaz ve çok öncelere gitmeye karar verir. Bir gece, kimseye görünmeden Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler Dairesi’ne gider. Burada Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) nalınını eline alır ve şu beyitleri söyler:
“N’ola tacım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Resulün
Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda, durma yüzün sür kademine ol Gül’ün”
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Resulün
Gül-i Gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda, durma yüzün sür kademine ol Gül’ün”
(Keşke Peygamberler Şahı’nın o temiz ayaklarının nalınını bir taç gibi başımda taşıyabilsem.
O ayağın sahibi peygamberlik bahçesinin Gül’ü dür. Öyleyse Ahmet sen de yüzünü sür ayağına o Gül’ün.)
O ayağın sahibi peygamberlik bahçesinin Gül’ü dür. Öyleyse Ahmet sen de yüzünü sür ayağına o Gül’ün.)
O günden sonra Efendimiz’in ayak izinin resmini sarığındaki sorgucun içinde taşımaya başlar. Başka bir yerde de gönlünün yangını, alev alev peygamber aşkıyla yanarak şu mısraları döker:
“İftirakınla Efendim bende takat kalmadı
Yekpare oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı
Şol kadar ağlattı ben bîçarei hükm-i kaza
Giryeden hiç Hazreti Yakub’a nevbet kalmadı”
Yekpare oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı
Şol kadar ağlattı ben bîçarei hükm-i kaza
Giryeden hiç Hazreti Yakub’a nevbet kalmadı”
(Ayrılığınla Efendim bende takat kalmadı. Bu dilim tek parça oldu, aşkta sevgi kalmadı.Ben çaresizi o kadar ağlattı ki, sinemde Hazreti Yakub’a gözyaşı kalmadı.)
Sultan Abdülaziz de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) âşığı padişahlardandır.Bir gün hasta yatağında yattığı sırada Medine’den bir dilekçe gelir. Devlet erkânı önce dilekçeyi arz etmekte tereddüt gösterse de, padişahın Medine’ye karşı hassasiyetini bildiklerinden, dilekçeyi huzura getirirler. Yaveri dilekçeyi okuyup cevabını isteyecektir; ama sultan onun Medine’den geldiğini öğrenince okumasına mâni olur. Muhabbeti öylesine derindir ki, yanındakilere
- “Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem.” der.
Dilekçeyi titreyen ayaklarına rağmen el pençe divan durarak dinler ve hemen gereğinin yapılmasını emreder. Âdeti oluğu üzere Medine’den gelen hiçbir postayı abdestini tazelemeden eline almaz. Çünkü bunlarda Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) köyünün tozu ve kokusu vardır. Öper, alnına koyar, koklar ve öyle açar.
Dilekçeyi titreyen ayaklarına rağmen el pençe divan durarak dinler ve hemen gereğinin yapılmasını emreder. Âdeti oluğu üzere Medine’den gelen hiçbir postayı abdestini tazelemeden eline almaz. Çünkü bunlarda Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) köyünün tozu ve kokusu vardır. Öper, alnına koyar, koklar ve öyle açar.
* * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Osmanlının en çalkantılı dönemlerinden biri de İkinci Abdülhamid Han dönemidir.
Lâkin bu dönemde önemli icraatlara imza atan cennet mekân Sultan Abdülhamid Han, ülkenin dört bir yanını demir yolu ile donatır. Bu yolların en önemlisi Hicaz demiryoludur.Haremeyn’e karşı gönülden duyduğu bağlılığı, demir yollarıyla maddeten de gerçekleştirip, o mukaddes beldeleri korumak ve hacıların emniyetli bir yolculuk yapabilmesini sağlamak için, İstanbul’dan Medine’ye kadar demiryolu hattı döşetir. Harem hudutlarına yaklaşılınca da, rayların döşenmesinde sadece Müslüman işçilerin çalışmasına müsaade edilir. 31 Ağustos 1908 tarihinde Medine’ye ulaşan hattın son 30 km’lik kısmına bizzat padişahın emriyle keçe döşenir. Lokomotif şehre yaklaştığında hızını keser, yavaşça perona yanaşır. Yolcular parmak uçlarında inerler trenden, edeple, hürmetle…
Ravza-i Tahire’nin azametine gölge düşmesin diye trenler şehre çok düşük bir hızla giriş yapmışlardı.
Keçe döşenen raylar, o mübarek beldeye duyulan hürmetten günün belli saatlerinde gülsuyuyla yıkanır.
(Derlenmiştir)
not:
OSMANLIDA PEYGAMBER SEVGİSİSULTAN II MURAD’IN VASİYETİNDEALLAH RASULÜ’NÜN ŞEHİRLERİNE KARŞI SEVGİSİ
Sultan ıı Murad mecalsiz bir şekilde yatıyordu.Hafifçe doğruldu ve şöyle dedi: “ Oku İshak vasiyetimizi oku “ İshak paşa vasiyeti tek tek okumayaBaşladı. ” Tevekkülüm halıkımdır. “
Sultan ıı Murad mecalsiz bir şekilde yatıyordu.Hafifçe doğruldu ve şöyle dedi: “ Oku İshak vasiyetimizi oku “ İshak paşa vasiyeti tek tek okumayaBaşladı. ” Tevekkülüm halıkımdır. “
“ Bismillahirrahmanirrahim.”
Allaha hamd olsun.Selat ve selam efendimiz Muhammed Mustafaya (a.s ) olsun.
“ Her nefis ve herkes ölümü tadacaktır.”
“Sizleri dünya hayatı mağrur etmesin,gururlanmayın,gurur Allaha mahsustur.”
saruhan vilayetinde bulunan malımın üçte birini ( on bin altınımın )
Üç bin beş yüz filori Peygamberimizin şehri Mekke fukarasınaharcansın ve
Diğer kalan kısmı peygamberimizin şehri medine fukrasına ve ondan 500 filori yine mekke ahalisinden kabe ve hatim arasında yetmiş binkere kelime-i tehvidini zikredip sevabını adı geçen vasiyet sahibine ita edenlere harcansın.
Geri kalan ikibin fuloriden beşyüzü mescid-i aksa’da kubbesinde yetmişbin kere “lâ ilahe illallah “ kelimesini ve defalarca kuranı kerim’i okuyanlara harcansın.
Görüldüğü üzere Sultan II Murad’da Allah ve Resulü’ne olan sevgisi ve Kuranı Kerimin okunmasına verdiği değer hat safadadır.Buradaki en önemli
Hususta o zamanlar henüz mısır alınmamış dolayısı ile mekke ve medine osmanlının eline geçmemiştir.
Kaynak:
Bursalı Mustafa Necati,islam büyüklerinin vasiyetleri ve ünlülerin son sözleri Kaynak osmanlıda peygamber sevgisi
Yorum Gönder
teşekkürler