Durma yüzün sür kademine O Gül’ün

Durma yüzün sür kademine O Gül’ün

Bir kırıntı yeter...
Gülü tarife ne hacet ne çiçektir biliriz aslında hepimiz. Birçok şiire, gazele, yazıya konu olmuştur.

Peygamber Efendimiz miladi 20 Nisan 571 (Hicri 12 Rebiulevvel) dünyaya teşrif etmiştir. Bu yüzden Nisan ayı farklı bir aydır. Sanki yeniden onunla beraber doğuştur bir nevi. Ona olan sevgimizi güllerle, güzel sözlerle, şiirlerle ifade etmeye çalışmışızdır her zaman.
Peygamberimizin biricik kızı Hz.Fatıma validemiz Efendimizin vefatı üzerine toprağına yüzünü sürerek;“Ne oluyor da efendimizin türbesini koklayan başka koku alamıyor. Benim üzerime öyle musibetler döküldü ki eğer gündüzler üzerine dökülseydi derhal gece olurdu.” diye gözyaşı dökerek bu beyitleri söylemiştir.

Gazneli Mahmud’un peygamber sevgisi; abdestsiz Rasulullah’ın ismini ağzına almaması ile başlıyor, Sultan Ahmed’in ömrü boyunca sorgucuna efendimizin ayak izini taç yapması, kavuğunda taşımasıdır bu yüce sevgi… Ve ayak izinin kenarına şu dizeleri iliştirmesidir;
Nola tacım gibi başımda götürsem dâim
Kademi nakşını ol hazret-i şâh-ı rusülün
Gül-i Gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o Gül'ün
( Her zaman başımda taç gibi taşısam Peygamber’in (s.a.v) ayak resmini, gül yanaklı peygamberimizin ayak izidir o. Ahmed durma hemen yüzünü sür o gülün ayağına.)
Sultan I.Ahmed'in Vefatı...
Yine Şair Nâbî’nin efendimize olan sevgisi, onu da anlatayım;
Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ’dır bu.
……………………………
Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,

Nâtın açıklaması şöyledir: “Edebi terketmekten sakın; Burası Allâhü Teâlâ’nın Habibi’nin yeridir. Burası Allâhü Teâlâ’nın nazar ettiği, Mustafâ (s.a.v.)’nın makâmıdır. Ey Nâbî! bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası meleklerin etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle öptüğü tavaf yeridir.”

17. yüzyıl (IV. Mehmet dönemi) Osmanlı şairlerinden Urfalı Nâbi, bir grup devlet erkânıyla hacca gitmek üzere yola çıkar. Medine-i Münevvere’ye yaklaştıkları gece, Peygamber Efendimiz’in (sav) huzuruna varma aşkıyla uyku uyuyamayan Nâbi, bir devlet adamının, ayakları kıbleye karşı uyuma gafleti üzerine, o anın ilhamıyla bu kasideyi söyler ve yazıya geçirir. Medine-i Münevvere’ye girdiklerinde sabah ezanının okunma vaktidir ve minarelerden Nâbî’nin,  Sakın terk-i edebden…” diye başlayan nâtını okuyorlardı. Nâbî, dehşetle, okunanın kendi şiiri olduğunu farkeder. Hemen müezzine koşar ve bu şiiri nereden öğrendiğini sorar. Müezzin şöyle cevap verir: Bu gece rüyamda Efendimiz (sav)’i gördüm, bana ‘Ümmetimden Nâbî adında bir şairin, benim hakkımda yazdığı bu kasideyi oku!’ dedi. Ben de aynen okudum. Kulaklarına inanamayan Nâbî gözyaşları içinde müezzine:
— Sahiden ümmetimden mi dedi? diye sorar ve:
— Evet, cevâbını alınca düşüp bayılır.
…………
Osmanlı padişahlarının hepside efendimize karşı son derece hürmetkâr ve bağlı idi. Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han’ı hatırlamamak mümkün müdür bu mevzuda? Hicaz Demiryolu`nun inşasında Medine-i Münevvere`nin 20 km`lik yakınına gelindiğinde Peygamber Efendimiz rahatsız olmasın diye Medine`nin merkezine kadar raylara keçe döşetmiş ve trenin raylar üzerinden geçmesi ile çıkacak sesleri engelletmiştir. Buda Peygamberimize olan sevginin saygının bir tezahürüdür. Peygamberimize olan saygılarından ötürü efendimizin ismini Mehmed diye teleffuz eden, ordusuna “Mehmetçik” ismini veren bir milletin padişahlarında olan sevgi, araştırın daha neler göreceksiniz.
"Göz açıp kapayıncaya kadar hatta ondan daha azını isteyen, onsuz bir anını ölü sayabilecek kadar sevgiyle dolu gönül sultanları… Böyle süre gelen sevgi selinden bir katre yeter bizi kurtarmaya."
Bir kırıntı yeter sevginizden, kereminizden…
Ve gül bütün zamanlar boyunca birçok samimi duygulara, kelimelere, sözlere, hayatlara dökülüp bir özlem, bir hatıra, bir nebze ferahlık olarak bir gül dalından, semaya doğru uzanıp, tomurcuklar olarak açılıp miski amber kokuları yaymıştır etrafına.
Ahmet Eyice